Tatar, Dr. Fazıl Küçük Bulvarı’ndaki törende konuştu
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs Türk tarafı olarak Kıbrıs’ta müzakere yolu ile adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmadan yana olduklarını belirterek, “Bunun için mevcut iki tarafın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün kabul edilmesi gerekmektedir” dedi.
-“Cenevre’deki çözüm önerisi yeni dönemin başlangıcı”
Tatar, çözüm önerisini, BM Genel Sekreteri’nin davetiyle Cenevre’de gerçekleşen gayri resmi 5 artı BM toplantısında sunduğunu ifade ederek, “Bu yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. İşte bu noktada başta BM ve AB olmak üzere diğer ülkelerden beklentimiz; müktesep eşitliğimizin gereği olarak Rum tarafını uyarmaları ve egemen eşitliğimiz ile eşit uluslararası statümüzü teyide zorlamalarıdır.” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Dr. Fazıl Küçük Bulvarı’nda düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Kıbrıs Türk halkını aydınlığa, özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşturan 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’nın 48. yıl dönümünü büyük bir coşku ve heyecanla idrak etmenin mutluluğunu ve onurunu yaşadıklarını söyledi.
Tatar, 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı’nın; kendi yurdunda sonsuza dek var ve hür olma mücadelesini kazanan Kıbrıs Türkü’nün Anavatan Türkiye ile omuz omuza, her türlü zorluğa göğüs gerebileceğinin en asil ispatı olduğuna işaret etti.
-“KKTC gurur kaynağımız”
Çağdaş değerler üzerine, büyük mücadele ve zorlukla inşa ettikleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gurur kaynakları olduğuna vurgu yapan Tatar, “Bu kutlu yıl dönümünde, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi liderimiz Dr. Fazıl Küçük ile Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ı, dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı rahmet, minnet ve tazimle anıyorum” dedi.
Tatar, Ada’nın 1878 yılında İngiltere’ye kiralanmasından sonra 1914 yılında tek yanlı bir kararla İngiltere’nin Kıbrıs’ı ilhak etmesiyle, Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ı bir Elen adası yapma girişimleri yoğunlaşırken, Kıbrıs Türk halkının buna karşı direnişinin de başladığını anımsatarak, şöyle devam etti:
“1955 yılında devreye konulan EOKA terör örgütünün hedefi, Türk halkını yok edip Kıbrıs’ı bir Elen adası yapmaktı. Halkımız, kendi bağrından doğan Türk Mukavemet Teşkilatı öncülüğünde buna karşı destansı bir direniş göstererek, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olmayı başarmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra ve Zürih müzakerelerindeki katkıları çok önemlidir. Kendilerini rahmetle anıyorum.
Ne var ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ‘Enosise bir sıçrama tahtası’ olarak gören Rum liderliği, gizli örgütlenme ve silahlanma faaliyetleri ile adadaki Türk halkını imha planı olan Akritas Planı’nı da devreye sokuyordu.
Akritas Planı’nın mimarları; Makarios, Yorgacis, Kleridis ve Papadopulos… Başında oturdukları devleti, bir Helen devleti yapmak için torpilleyen, her dönem bunu söylem ve eylemleriyle dile getiren bu fanatizme ve onların bugünkü mirasçılarına gözü kapalı güvenebileceğimizi kimse beklemesin.
Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasında Kıbrıs Türk halkına tanınan bütün haklar ayaklar altında çiğnenirken, 1963 yılının 21 Aralık günü de tarihimizde Kanlı Noel olarak yerini alırken acımasız Rum saldırıları da başlıyordu. Bu saldırılarda halkımız katliam çukurlarına acımasızca gömülürken, çocuklarımız banyo odalarında hunharca katledilirken, yakılıp yıkılan 103 köyümüz göç etmek zorunda kalmıştı. Camilerimiz ve kutsal mekânlarımız da yerle bir edilmişti…
Kıbrıs Türk halkı eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda kuşatma altına alınmıştı. Halkımız 11 yıl boyunca en zor ve en ağır koşullar altında göçmen çadırlarında yaşamış, utanç barikatlarında işkencelere tabi tutularak, açlığa ve yoksulluğa itilmiş ama tüm bu acılara rağmen Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’nden hiç umudunu kesmemiş, Anavatanı Türkiye’nin büyük desteğiyle direnmiş, boyun eğmemiş, esir olmamış; başı dik, alnı açık bir şekilde mücadele ederek, Türklüğün onur ve şerefini ayaklar altında çiğnetmemişti. Can ve kan pahasına bayraklarımız gönderden inmedi, ezan sesi susmadı. Kıbrıs’ta Türk milletinin şanlı tarihine yakışır şekilde bir destan yazılıyordu.
Yunanistan’daki askeri cunta yönetimi ile EOKA milisleri, 15 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirdikleri faşist darbe ile ‘Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan ederken, ana hedef yine halkımızı yok edip, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmekti.
-“Girne sahillerinde özgürlük güneşi”
Bu büyük tehlikeye karşı Ankara bu kez kararlıydı. Anavatan Türkiye uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Barış Harekâtı’nı başlatmıştı. 20 Temmuz sabahı Girne sahillerinde özgürlük güneşi doğarken, Türk askeri Kıbrıs’a ayak basıyor, Mücahitler ile kucaklaşıyordu. Yıllarca gözünü hiç Toroslardan ayırmayan Kıbrıs Türkü, o cumartesi sabahı Beşparmak semalarında paraşütlerle inen Mehmetçikleri gördüğünde sevinç gözyaşlarını tutamamıştı. 96 yıllık hasret son bulmuştu. Aynen Erenköy destanında olduğu gibi halk sevinçten birbirine sarılmış, ‘geldiler geldiler’ sesleri meydanları çınlatıyordu.
Bu arada Türk askerinin ulaşamadığı bölgelerde, halkımız, Rum askerleri ve EOKA’cılar tarafından katliamdan geçiriliyordu. Taşkent, Altılar, Muratağa ve Sandallar katliamları ile Limasol, Baf, Larnaka ve diğer bölgelerde yaşananlar Rum barbarlığı, vahşeti ve mezaliminin en büyük kanıtıdır.
Bugün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde egemen, özgür ve korkusuz olarak yaşıyorsak bunu halkımızın büyük fedakârlığına, direnişine, aziz şehitlerimize, kahraman Mücahit ile Mehmetçiklerimize ve Anavatan Türkiye’ye borçluyuz.
Vatanımızın her karış toprağında şehit kanı ve mukaddes bir var oluş mücadelesi vardır. Türk edebiyatının büyük şairlerinden Mehmet Akif Ersoy; İstiklal Marşı’nda bunu şöyle mısralara dökmüştür:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anarken, gazilerimizi de saygıyla selamlıyorum.’
Tatar, Başbakanlık dönemimden itibaren Covid-19 Pandemisini yakından takip ederek, gereken önlemlerin alınması, sağlık alt yapısın güçlendirilmesi ve Anavatan Türkiye’nin yardımlarıyla ülkeye acil durum hastanesi kazandırılması yönünde girişimlerde bulunduğunu anımsattı.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da pandemi sürecini yakından takip ettiğini ifade eden Tatar, girişimler sonucunda ülkede bugüne kadar Anavatan Türkiye’den toplamda 720 bin 320 doz, AB’den de toplamda 257 bin 928 doz aşı gelmesinin sağlandığını söyledi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne her hal ve koşulda desteğini esirgemeyen, her alanda Kıbrıs Türkü’nün yanında olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bu vesileyle teşekkürlerini şahsı ve halkı adına saygıyla ilettiğini ifade eden Tatar, şöyle devam etti:
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kalkınması ve gelişmesi için, her zaman olduğu gibi 2022 İktisadi ve Mali İş Birliği Protokolü’nün de yaşama geçmesinde büyük katkıları olan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay’a da ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, turizmde, yüksek öğrenim sektöründe, bilişimde, hafif sanayide, inşaat ve emlak sektöründe, Türkiye Cumhuriyeti’nden yılda 75 milyon metreküp suyla tarım ve hayvancılıkta ilerleyebilmek için çok uygun koşullara sahiptir. Ekonomiyi ayağa kaldırmak ve güçlendirmek için tüm sektörlerde başarıyı yakalayacağımıza olan inancımı da belirtmek isterim.
-Türkiye’nin garantörlüğü
Bugün Ukrayna’da yaşananlara baktığımızda Anavatan Türkiye’nin garantörlüğü ile Kıbrıs’ta Türk askeri varlığının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha müşahede ediyoruz.
Diğer yandan terör örgütü PKK’nın siyasi kolu olan PYD’ye Güney Kıbrıs’ta Rum Yönetimi tarafından ocak ayında temsilcilik açma izni verilmesiyle tekrardan gündeme gelen GKRY-PKK ilişkilerinin, ülke ve bölge güvenliğiyle ilgili barındırdığı risklere bu bağlamda dikkat çekmekte fayda vardır.
Bakanlar Kurulu kararıyla terör örgütleri listesinde yer alan PKK ve PYD/YPG arasında hiçbir farkın olmadığı, başkaları tarafından bahse konu örgütlerle ilgili yapılan ayrımların KKTC devleti açısından herhangi bir karşılığı ve anlamı olmadığının altını çizmekte fayda görüyorum.
GKRY’yi terör ve terör örgütleriyle ilişkisini gözden geçirmeye davet ediyor, dünya insanlığını tehdit eden terör örgütleriyle siyasi saiklerle iş birliği yapmaktan vazgeçmeye davet ediyorum.
Terörün insanlık ve demokrasiye verdiği zararın en yakın örneği; 15 Temmuz 2016’da sinsi ve dış güçler tarafından desteklenen FETÖ terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti’ni karıştırmak, milli iradeye darbe vurma emeliyle gerçekleştirdiği darbe kalkışmasıdır.
Bu hain kalkışmayla, sadece Anavatan Türkiye değil Kıbrıs Türk halkının da güvenliğini etkileyecek tehlikeli bir süreçten geçilmiştir...
Ne mutlu ki Anavatan Türkiye'nin bütünlüğüne, bağımsızlığına ve demokrasisine karşı yapılan bu darbe kalkışması Türk halkı ve devletine bağlı Güvenlik Güçleri tarafından bastırılırken, Kıbrıs Türk halkı ilk andan itibaren bu darbe kalkışmasının karşısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile hükümetinin yanında yer almıştır.”
-“Kıbrıs sorununun devam etmesinin ana nedenlerinden biri 186 sayılı karar”
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs sorununun hâlâ daha devam etmesinin ana nedenlerinden birinin de BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihinde aldığı “186 sayılı hukuka aykırı kararla” bir Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti” olarak benimsemesi olduğuna dikkat çekti.
“Rum tarafı bu haksız ve siyasi karardan güç alırken, uzlaşmazlığını sürdürmekte ve zamana oynamaktadır. Bu karar çözümün önündeki en büyük engeli teşkil ederken, bu kararın iki taraf arasında yarattığı dengesizlik ortadan kalkmadıkça Rum tarafı hiçbir çözüme yanaşmayacaktır” diyen Tatar, şöyle devam etti:
“Çözümün önündeki bir diğer engel de Avrupa Birliği’nin tek yanlı tutumu ve tavrıdır. Rum tarafı bundan güç ve cesaret alarak uzlaşmaz tutumunu sürdürmeye devam etmektedir.
Bu arada Annan Planı referandumu sürecinde yaşananları da hatırlatmakta büyük yarar vardır. AB dahil olmak üzere birçok AB ülkesi Kıbrıs Türk halkına verdiği sözleri yerine getirmemiştir. ‘Hayır’ diyen Rum tarafı ise haksız bir şekilde AB üyesi yapılmıştır. Rum tarafı AB üyeliğini tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanarak dilediği çözüm şeklini kabul ettirebileceğini zannetmektedir. Bu arada, AB’nin verdiği sözlere rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve halkımıza yönelik olarak uygulanan insanlık dışı ambargolar da halen devam etmektedir. Tüm bunlar AB ilkeleri, değerleri ve adaletini sorgulamayı gerektirmektedir.
-"Türk dünyasının KKTC ile iş birliği adımlarının zamanı gelmiştir”
Buradan Türk dünyasına da seslenmek istiyorum… Gelinen noktada Türk dünyasının Doğu Akdeniz’deki temsilcisi olarak KKTC ile her alanda beklenen iş birliğine yönelik adımların atılmasının zamanı gelmiştir.
Rum- Yunan ikilisi ile bazı çevrelerin bir diğer hedefi de Anavatan Türkiye ile olan bağlarımızı kopartmak, halkımızı yalnızlaştırmak ve dayattıkları çözüm şeklini kabul ettirmektir. Bu hedefe yönelik çeşitli provokasyonlar ile algı operasyonları yürütülürken, bunların başarılı olması mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkı Anavatan Türkiye’ye yürekten bağlı olup, Kıbrıs Türk halkı ile Anavatan Türkiye et ve tırnak gibidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği olmadan Kıbrıs Türkü’nün var olamayacağını da unutmamalıyız.”
Tatar, Başbakanlığı döneminde, kapalı Maraş’la ilgili olarak 2020 yılında uluslararası hukuk ve insan hakları dikkate alınarak, büyük bir açılım başlatıldığını da anımsatarak, buna göre kapalı Maraş’ta kamuya ait bazı bölgeler ile deniz sahilinin halkın kullanımına açıldığını kaydetti.
20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 47’nci yıl dönümünde de kapalı Maraş açılımının ikinci aşamasına geçildiğini ifade eden Tatar, şunları kaydetti:
“Bu çerçevede kapalı Maraş’ın yüzde üç buçuğuna tekabül eden bölge, askeri bölge statüsünden çıkarılarak, iade talebiyle başvuran hak sahiplerine Taşınmaz Mal Komisyonu’nun bu yönde karar üretilmesine olanak sağlanmıştır.
Doğu Akdeniz, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla Rum devletine dönüştüren Rum tarafının malı değildir. Rum tarafı Doğu Akdeniz’de kıyısı bile bulunmayan bazı ülkelerle doğal gaz arama ve sondaj faaliyetlerini sürdürürken, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Anavatan Türkiye ile KKTC’yi dışlamaya, denklem dışına itmeye ve doğal kaynaklara tek başına sahip çıkmaya çalışmaktadır.
Rum tarafı, adayı çevreleyen denizlerde hidrokarbon kaynaklarının eşit hak sahibi olarak iki tarafın katılımıyla oluşturulacak bir komite üzerinden birlikte keşif ve değerlendirilmesi tekliflerimize yanıt bile vermemiştir. Rum tarafının ‘hakimiyetçi’ zihniyetine karşı seyirci kalacak değiliz.
Bu haksız girişimlere karşı eşit hak sahibi olduğumuz doğal kaynaklara Anavatan Türkiye ile birlikte sahip çıkma kararlığı içerisindeyiz.
Kıbrıs konusuyla ilgili olarak 1977 yılında başlayan, çok uzun yıllar devam eden müzakere süreçleri Rum-Yunan ikilisinin olumsuz ve uzlaşmaz tutumuyla çökerken, yeni bir dönem başlamıştır. Özellikle Annan Planı referandumu ve 2017 yılında Crans Montana görüşmelerinde yaşananlar federal temele dayalı bir çözümün mümkün ve sürdürülebilir olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Rum tarafı, her zaman olduğu gibi Crans Montana görüşmelerinde de müktesep eşitliğimizi ve egemenlik haklarımızı reddederken, ‘sıfır asker, sıfır garanti’ ve işgalleri altındaki gayrimeşru sözde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ çatısı altında, yani Rum hakimiyetinde üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini ısrarla talep etmişti. Bu dayatmayı kabul etmemiz asla mümkün değildi.
2020 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde egemen iki ayrı devletin varlığına ve iş birliğine dayalı çözüm şeklini gündeme getirerek, yeni vizyonu halkımla paylaşmıştım. Cumhurbaşkanı seçilmemle halkımız da bu yeni vizyona büyük destek vermiştir.
Bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi Anavatan Türkiye tarafından da desteklenen yeni siyasetimiz, Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olan tek çözüm şekli olup, huzur ve istikrar bu şekilde sağlanabilecektir.
BM Genel Sekreteri’nin davetiyle Cenevre’de gerçekleşen gayriresmi 5 artı BM toplantısında da bu çözüm önerimizi ilk kez BM’ye sunmuş oldum. Bu yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Rum tarafı bu çözüm önerimize olumlu yanıt vereceği yerde, gerginliği tırmandırıcı tek yanlı faaliyetlere ve silahlanmaya devam etmiştir. İşte bu noktada başta BM ve AB olmak üzere diğer ülkelerden beklentimiz müktesep eşitliğimizin gereği olarak Rum tarafını uyarmaları ve egemen eşitliğimiz ile eşit uluslararası statümüzü teyide zorlamalarıdır.”
Cumhurbaşkanı Tatar, Kıbrıs Türk tarafı olarak Kıbrıs’ta müzakere yolu ile adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmadan yana olduklarını belirterek, “Bunun için mevcut iki tarafın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün kabul edilmesi gerekmektedir” dedi.
“Ama ne var ki, Rum tarafı Rum devletine dönüştürdükleri Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dayalı bir çözümde ısrar etmekte, ‘Türkiye’nin garantörlüğü kalkmadan, Türk askeri çekilmeden, Maraş iade edilmeden çözüm olmaz’ dayatmasını sürdürmektedir” ifadelerini kullanan Tatar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kıbrıs Türk halkının özünde var olan egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün tanınması ve bu yolla Ada'daki iki mevcut devlet arasında bir iş birliği ilişkisini tesis etmek üzere, Cenevre’de Anavatan Türkiye ile tam bir fikir ve eylem birlikteliği içerisinde bu siyasetimizin sürekli olarak her platforma ve dünya kamuoyuna ulaşmasındaki katkılarından dolayı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’na ve ekibine teşekkürlerimi sunuyorum.
Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle müzakerelerin durduğu ve başarısızlıkla sonuçlandığı ortada iken, Rum Yönetimi tüketilmiş zeminin bir parçası olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin otoritesini Kuzey’e yaymaya yönelik mevcut kabul edilemez statükonun devamına hizmet eden Güven Yaratıcı Önlemleri ısıtıp ısıtıp masaya getirmekle, Türk tarafını başarısızlığın sorumlusu olarak göstermeye çalışmaktadır.”
Cumhurbaşkanı Tatar, “dört iş birliği önerilerini” 1 Temmuz 2022 tarihinde BM Genel Sekreteri’ne, Rum yönetimine iletilmek üzere gönderdiğini ifade ederek, 8 Temmuz tarihinde de iki ek öneri daha sunduğunu ifade ederek, önerileri şöyle sıraladı:
“Birinci öneri, hidrokarbon kaynaklarıyla ilgili kapsamı genişletilmiş iş birliği önerisidir.
İkinci önerimiz, Avrupa Birliği (AB) elektrik sistemine Türkiye Cumhuriyeti’ne kablo bağlantısı ile enterkonnekte olmakla ilgilidir.
Üçüncü önerimiz, Kıbrıs’ın doğal kaynağı olan güneş enerjisinin, en etkin şekilde kullanılması için iş birliği önerisi ile yeşil enerjiye geçişi hedeflemektedir. Dördüncü önerimiz, adanın tatlı su rezervlerinin ve asrın projesi olarak nitelendirilen KKTC su temin projesinin de dahil olabileceği, yaşamsal önemi yadsınamaz olan su konusunda iş birliğidir.”
Tatar, bu dört önemli iş birliği önerilerinin yanı sıra, adanın mayınlardan temizlenmesi ve düzensiz göçle mücadele konularında da iş birliği önerilerinde bulunduklarını ifade ederek, “Rum tarafından henüz bu iş birliği önerilerimize dair bir yanıt alınmamıştır” dedi.
-“KKTC en az Rum devleti kadar meşrudur”
Tatar, barış ve huzura kavuştukları bu tarihi günde; tüm dünyaya; “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, en az Kıbrıs Rum devleti kadar egemen ve meşrudur. Egemen eşitliğe ve eşit uluslararası statüye dayalı çözüm şekli, adamıza ve bölgemize iş birliği, refah ve istikrarı getirecektir” diye seslendi.
Tatar, sözlerini, “20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramımızı bir kez daha kutlarken, ayrılmaz bir parçası olmakla gurur ve onur duyduğumuz büyük Türk ulusuna, kıvançta ve tasada her zaman yanımızda olan Anavatan Türkiye ile kurtarıcımız şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, halkımızın şükran duygularını sunar, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarken, gazilerimizi ve kahraman halkımızı saygıyla selamlıyorum. 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramımız kutlu olsun. Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek tamamladı.